23 Şubat 2014 Pazar

İMAM HUMEYNİ'NİN HAYATI2

Yıllar önce yaz aylarında Azerbaycan’a giderdim, İmam, Azerbaycan ile ilgili önemli bir konuda beni yanına çağırdı, konuya başlamadan önce bana hitaben dedi ki “Size zahmet verip buraya kadar getirdiğim için özür dilerim.” İmam’ın bu sözleri beni öyle etkiledi ki ağlamaya başladım ve kendi kendime “Allah’ım böyle azametli bir insan nasıl bu kadar mütevazı olabiliyor?” dedim.

İmam selam vermekte herkesten önce davranırdı, başkalarının yanına gittiği zaman onlardan önce selam verirdi. Bütün süper güçlerin adını işittiği zaman korkuya kapıldığı o büyük ve azametli insan o kadar yumuşak ve merhametli idi ki, eğer çocuklara dahi rastlasa selam verirdi. Gece namazına kalktığı zaman kimsenin rahatsız olmaması için lambayı yakmazdı küçük bir el lambası ile karanlıkta abdest alır, namazını kılardı ve yine kimsenin rahatsız olmaması için ağır adımlarla yürürdü.

İmam bütün çocukların özellikle en büyük oğlu şehid Mustafa’ya çok ihtiram gösterirdi. Bazen İmam, bir bahaneyle mutfağa gider ve bize çay getirirdi, tabi biz İmam’ın bu davranışından dolayı çok utanırdık fakat İmam bununla bize çocuklara güzel davranmanın ne olduğunu öğretirdi.

İmam’ın özelliklerinden başka birisi de, övülmeği sevmemesiydi. Bazıları konuşmalarında İmam’ı çok över veya çok aşırıya kaçarak gerçek dışı bazı şeyler söylerlerdi. İmam, onları çağırır şöyle söylerdi ‘’Niçin aşırıya kaçıp beni olduğumdan farklı göstermeye çalışıyorsunuz?’’

Bir gün İmam’ın karşısında konuşma yapan birisi İmam’ı çok övdü, İmam, orda itiraz ederek şöyle dedi: ’’Niçin aşırıya kaçıyorsunuz?’’

İmam, halkla olan görüşmelerinde dahi böyle davranırdı ve her zaman şöyle söylerdi: “Halka söyleyin benim için söyledikleri sloganlarda aşırılığa gitmesinler, bu sloganları benim için değil İslam için söylesinler!”

İmam bazen damadının evinde kalıyordu, o günde bir şehid hanımı iki çocuğuyla İmam’ın evine geldi. Havanın soğuk olması ve yolun uzaklığı, iki çocuğuyla gelen bu hanımın sıkıntı içerisinde olduğunun bir göstergesiydi. O hanım İmam’ı görmekte ısrar ediyordu, kapıcı ise İmam’ın evde olmadığını söylüyordu, buna rağmen o,İmam’ı görmekte ısrar ediyordu. O sırada İmam’ın oğlu Hacı Ahmed geldi ve o kadın İmam’ı görmek istediğini ona söyledi, O da beni çağırdı ve dedi ki “Arabayı getir ve bu bayanla çocuklarını İmam’ın kaldığı eve götür.”

Ben onları İmam’ın kaldığı eve götürdüm ve İmam’ın torunu Ali’ye dedim ki ‘’İmam’a bir şehid ailesinin onu görmek istediğini ve uzak yoldan geldiklerini haber ver’’ Ali çabucak gidip İmam’a haber verdi. İmam ayağa kalkarak onları içeri davet etti ve onları güler yüzle karşıladı ve dedi ki ‘’Niçin bu soğuk havada çocukları buraya getirdiniz, ben kimim ki neden beni görmek için bu kadar zahmete katlandınız?”

Daha sonra çocuklarla ilgilenmeye başladı bu arada kadın, kocasının tağut rejimle çarpışmada şehid olduğunu söyledi ve çocuklarının sorumluluğunun üzerinde kaldığını söyledi.

İmam dedi ki ‘’Eğer bir ihtiyacınız varsa söyleyin yerine getirsinler’’ kadın, ağlayarak dedi ki ‘’Ağa bizim tek arzumuz sizi görmek ve elinizi öpmekti.’’ İmam, ısrarla herhangi bir sıkıntısı olup olmadığını sordu. Ve kadın aynı şeyleri tekrarladı.

İmam, bana dedi ki ‘’Siz gidin arabanın klimasını çalıştırın çocuklar üşümesin ve nereye gitmek istiyorlarsa götürün.’’

İmam’ın misafirlerinin çok olduğu bir gün, yemek yenildikten sonra tabakları topladım mutfağa götürdüm. Zehra (İmam’ın torunu) ile bulaşıkları yıkamaya hazırlandık, o sırada İmam’ın mutfağa geldiğini gördük, İmam’ın neden mutfağa geldiğini Zehra’dan sordum, sormakta haklıydım çünkü İmam’ın abdest saati değildi. İmam, kollarını sıvayarak şöyle dedi: ‘’Bu gün bulaşıklar çok olduğu için size yardım etmeye geldim.” İmam’ın bu sözünden sonra bedenim titremeye başladı, “Allah’ım ne görüyorum, İmam bulaşık yıkıyor!” Zehra’ya dedim ki ne olur İmam’dan dışarı çıkmasını isteyin, bizim kendimiz bulaşıkları yıkarız. Bu benim için beklenmedik bir şeydi. Oysa bazı erkekler kendi evlerinde misafir gibiler, bütün işleri hanımlarının yapmasını bekliyorlar. İmam’ın bu yaşantısı bizim için örnek ve ders olmalı zira İmam gibi manevi ve ruhi yönden azamet sahibi bir insan bulaşıklara yardım etmek için mutfağa geliyor.

Ben İmam’ın hayatı boyunca bir kez dahi birisi ile yüksek sesle konuştuğunu görmedim, bir işçinin adını dahi basit bir şekilde söylemez ve birini çağırdığı zaman onları ziyarete gider hal ve hatırlarını sorardı. İmam’ın bu ilgisi onları çok sevindirirdi.

İmam’ın yaşam tarzı halkın seviyesindeydi normal halk gibi yaşardı. İbadet ve dersten başka bir uğraşı yoktu. Yani tam anlamıyla bir talebe hayatı vardı. Ev eşyası hep aynıydı ve asla normalin üstünde bir yaşantıya sahip değildi. İşte bu yüzden ilmi çalışmaları ve mütalaası çok fazlaydı, odaya girdiğiniz zaman kitapların içinde kaybolduğunu görürdünüz, her zaman yerde oturmuş önünde masası ve etrafında üst üste serili kitapları dururdu.

15 yıl İran halkı İmam ve önderlerinin yüzünü görmek için sabırsızca bekliyorlardı, İmam’ın geliş haberinin nasıl bir yankı yapabileceğini tahmin edebilirsiniz. İmam’ın gelişine yakın zamanlarda halk karşılama törenleri hazırlıyorlardı. Ben İmam’ın bürosundaydım, şehid Behişti telefon açtı ve dedi ki “İmam’ın gelişinden dolayı program yapıldı ve İmam’ın haberi olsun diye dedi ki ‘”Havaalanına halı sermek istiyoruz ve İmam’ın konuşma yapacağı yere kadar ışıklandırma yapacağız. İmam geldikten sonra havaalanından helikopter ile konuşma yapacağı yere götürülecek vs.” Söylenenlerin hepsinin İmam’ın yanına giderek anlattım ve İmam her zaman ki gibi sözüm bitene kadar dinledikten sonra o kararlı ve açık konuşması ile başını kaldırarak şöyle dedi ‘’Git onlara de ki “Bu ne haldir böyle, Kimi İran’a götürüyorlar? (böyle şeylere) asla gerek yok. Bir tane talebe İran’dan çıktı ve aynı talebe İran’a geri dönüyor. Ben kendi halkımın arasında olmak istiyorum (konuşma yapacağım yere) onlarla gitmek istiyorum, ayaklar altında ezilsem dahi.’’

İmam, Paris’ten daha yeni dönmüştü o zaman ilk olarak refah okulunda kalıyordu. Halkı büyük bir şevk kaplamıştı “Allah-u Ekber Humeyni rehber!” sloganları atılıyordu. Ben, okulun hizmetlisi idim. İmam’ın okulda olduğunu biliyordum fakat hangi odada olduğunu bilmiyordum, odalardan birinin kapısını çaldım ardından, “Allah’ın kulu” diye cevap geldi. Ben İmam’ın olduğunu anladım ama içeri girip konuşmaya cesaret edemedim.

İnkılâptan sonra Londralı bir bayan gazeteci İmam’la röportaj yapmak için Kum’a geldi ve ben Londra’da bulunduğum zamanlar beni tanıdığı için bizim eve geldi. İmam, Tahran’a götürülmeden önce ben İmam’ın damadına bu bayan gazetecinin çok sorusu olduğunu ve İmam’dan sormak istediğini söylemiştim fakat İmam, röportaj yapmayı kabul etmemişti.

Bir akşam İmam bizim eve geldi tesadüfen o bayan gazeteci de bizdeydi. İmam geldiği zaman, bütün sorularının cevabını bulmuştu. Büyük bir şaşkınlıkla “Nasıl olur da böyle sade bir şekilde buraya geliyor?” dedi. “Evet İmam, talebelerin evlerini ziyaret eder’’ dedim. O da aynı şaşkınlıkla “Dünya’da bu kadar yankı yaratan birisi hiçbir ön hazırlık olmadan kalkıp buraya nasıl gelebilir?” dedi. İmam’ın bu davranışından sonra o bayanın İmam’a karşı ilgi ve alakası daha çok artmıştı.

İmam bir gün namazdan dönerken ben yanında olduğum için benim elimden tutmuştu (nasıl olduysa) İmam aniden elini elimden çekti, ben İmam’a olan sevgi muhabbetimden dolayı, birden elimi bırakması beni üzdü ve kendi kendime “acaba ne hata ettim de İmam böyle davrandı?” diye düşündüm. Eve geldikten sonra arkadaşlardan birisine dedim ki “İmam’a git ve sor acaba benim bir hatamı mı gördü de o şekilde elini elimden çekti?” Arkadaşım İmam’a bunları söyledikten sonra İmam beni çağırttı ve yanına gittiğimde bana şöyle dedi: “Anlaşılan benim davranışımdan rahatsız olmuşsunuz.’’ Ben ’’Sizin benden rahatsız olduğunuzu sandım’’ dedim. İmam, “elimi çektiğim zaman dikkat etmedim o kalabalıkta farkında değildim eğer elimi çekmemle sizi üzdüysem beni affedin’’ dedi. Ben, ’’Sizin benden rahatsız olduğunuzu düşünerek üzülmüştüm’’ dedim. Kalkıp gitmek istediğim zaman İmam dedi ki “Beni bağışladın mı?”

Biz savaş yıllarında (İmam’ın ailesi) evde toplanır cephede savaşan askerler için bir şeyler yapardık, bazılarımız yorgan diker bazılarımız ise kuru yiyecekleri küçük ambalajlar halinde hazırlardık, İmam bizleri böyle gördüğü zaman çok mutlu olur ve çoğu zaman kendisi de yanımıza oturur bize yardım ederdi. Bir gün İmam’a dedim ki “İzin verin bu hazırladığınız poşetin arkasına, “Bu paket İmam’ın eliyle hazırlanmıştır!” yazalım ve bunu alan askeri sevindirelim.” İmam, buna izin vermedi.

Bir gün devlet sorumlularından birisi İmam’la görüşmek için içeri girdi yanında yaşlı babası vardı, arkadaş dışarı çıktıktan sonra şöyle dedi: “Ben İmam’ın odasına babamdan önce girdim, Babamı İmam’la tanıştırdım. İmam bana bakarak şöyle dedi “O baban mı?’’ evet deyince ‘’Öyleyse neden babandan önce içeri girdin?’’ dedi.

İmam, işlerinin yoğunluğuna rağmen en ufak ahlaki konuya dahi (birinin babasından önce bir odadan içeri girmesine) dikkat ediyordu.

Bir zamanlar İmam, devletin yüksek kademelerinden bir sorumludan razı değildi ve onun hakkında ‘’Bu kimdir neden onu görevden almıyorsunuz?’’ demişti. Hepimiz İmam’a, “izin verin araştıralım’’ diyorduk. Fakat İmam, hayır onu en kısa zamanda görevinden almamızı istiyordu. Ben dedim ki ‘’İmam, bizim için sizin her söylediğinizin doğru ve yerinde olduğu ispatlanmış olmasına rağmen bu konuda biz görüş birliğine vardığımız için sizin bu konuda yanıldığınızı düşünüyoruz. İmam güldü ve şöyle dedi: ’’Bu kez yine benim söylediklerim doğrudur ve benim haklı olduğumu göreceksiniz.’’ İmam o şahısın şimdilik görevde kalmasına izin verdi.

Bu olaydan sonra bir ay geçmemişti ki o sorumlunun çok kötü davrandığını gördük ve görevden almak zorunda kaldık, İmam’ın yanına gidip selam verdikten sonra ’’Size bir şey söylemek istiyorum ama müjdemi isterim’’ dedim. İmam ’’tamam söyle” dedi. Ben,’’Önce müjde vereceğinize söz verin’’ dedim. İmam ‘’tamam müjdeni vereceğim konuyu söyle’’ dedi. Ben, yine de siz haklıydınız söylediğiniz o şahıs görevden alınmalıydı ve alındı.


Program ve Düzenlilik

İmam çok düzenli idi, sabah kalktığı saatten akşam vaktine kadar hiç bir işi düzensiz ve programsız değildi. Kitap okuması vaktinde idi, kısacası bütün işleri hatta ibadeti dahi belirli saatlerde idi. Bu yüzden biz İmam’ın hangi saatte ne yaptığını biliyorduk. Ve imamı görmek istediğimiz zaman dinlenme saatinde gidiyorduk. Aksi takdirde diğer saatlerde, örneğin ibadet ve ders saatlerinde imam meşgul olduğu için gidemiyorduk. İmam dinlenme saatlerinde 15–20 dakika yürüyüş yapardı ve biz imam yürürken yanına gider sorumuzu sorar veya sohbet ederdik.

İmam her zaman talebeleri düzenli olmaya çağırırdı ve her işin vaktinde yapılması gerektiğini vurgulayarak şöyle söylerdi: “Sizin vaktiniz ve işiniz, onları düzene koyduğunuz zaman bereketlenir.”

İmam her zaman sabah namazından önce kalkıp gece namazı kılardı daha sonra sabah namazını kıldıktan sonra biraz dinlenir ve kitap okurdu. Ve kahvaltıdan sonra saat 11’e kadar devlet sorumluları ile görüşme yapardı. 15–20 dakika dinlendikten sonra namaz için hazırlanırdı, namazı kıldıktan sonra öğlen yemeğini yer ve dinlenirdi.

İmam’ın kendine has programı vardı yani her yaptığı işin belirli bir zamanı vardı. Eğer birine söz vermişse onu asla geciktirmezdi. İmam gençliğinden beri düzenli ve tertipli olmakla tanınıyordu; başarısının sırlarından birisi de düzenli olması idi.

İmam o kadar düzenliydi ki eğer yemek saatinden 5 dakika geçse ve imam gelmeseydi herkes imamın odasına koşardı ve mutlaka birisinin imamı geciktirdiğini görürdük.

İmam’ın kendine özgü özelliklerinden biriside günlük programlarının düzenli olması idi. İmam, günün bütün saatlerinde belirli programları vardı, öyle ki mütalaası, ibadeti, duası, Müslümanların ve İslam devletinin sorunlarıyla ilgilenmesi, uykusu ve şahsi işleri programlı ve belirli saatleri vardı. İşte İmamın bu özelliği ömrünün her dakikasından faydalanmasını sağladı.

Allah şahittir imam asla hedefsiz yaşamadı. Bazen eğer boş olduğunu görseydiniz mutlaka bir şey hakkında düşünüyordu. Bütün bir gün boyunca uğraşıyor ve çalışıyordu. Yani bir anını dahi boş geçirmiyordu. İmam 24 saat boyunca yarım saat yürüyüş yapıyordu. Bir Cuma günü imam bahçede yürüyordu ben ve hanımım (İmam’ın kızı) kanepenin üzerinde oturmuştuk, İmam’ın yürüyüşü bittikten sonra her zaman oraya oturur iki bardak çay içerdi. Hanımım İmam’a “baba çayınızı getireyim mi?” dedi, İmam saatine bakarak şöyle dedi “Daha birkaç dakika var’’

Kesinlikle İmam’ın başarısının sırrının vaktini ve işlerini düzenlemekte ve bu konuda olan disiplininde olduğunu söyleyebilirim. Öyle ki ömrünün bir dakikasını bile bu yüzden boş geçirmemiştir. İmam’ın bütün işleri düzenli ve saatinde yapılırdı, işleri o kadar dakik idi ki talebeler saatlerinin imamın işlerine göre ayarlıyorlardı. İmam dersine geç gelen öğrencileri bu konuda ikaz ederdi. Zira İmam’ın talebeliği zamanında derslere zamanında gelmesi meşhurdu.

İmam, Türkiye’ye sürgün edildiği zaman sürgünde olmasına rağmen Türkiye’ye girer girmez kâğıt kalem istemiş ve Türkçe öğrenmeye başlamıştı. Bu konu İran rejimini bayağı tedirgin etmişti zira onlar İmam’ın hareketlerini en ince ayrıntısına kadar inceliyorlardı ve imamın niçin bu kadar acele Türkçe öğrenmek istediğini merak ediyorlardı. İmam, Türkiye’de öyle bir iş başardı ki ehl-i beyt uleması tarihinde bunun bir eşi ve benzeri yoktu. Zira İmam, Türkiye’de “Tahriru’l Vesile” adında bir kitap yazarak İslam’ın ibadet boyutundaki hükümleri ile siyasi boyutundaki hükümlerini birleştirerek yazdı ve o kitapta İslam âlimlerinin küfür düzeni karşısındaki konumunu şöyle belirtiyor ‘’Eğer bir İslam alimi hâşâ küfür düzenine yakınlaşırsa (onun emri altına girerse) o fasid bir âlimdir, kandırılmış ve satılmıştır’’ İmam halkı bu gibi âlimler karşısında sürekli aydınlatıyordu.

İmam her işini programlı yapardı, hatta abdest tazelemesinin bile belirli bir vakti vardı. Hatırlıyorum da İmam’ın Paris’te kaldığı evin karşısındaki bir evde arkadaşlarla konuşma kasetini kaleme alıyorduk, aniden İmam’ın abdest saati olduğu aklıma geldi ve gidip tuvalet temiz mi diye kontrol etmem gerektiğini düşündüm, benim sorumlu olduğum evin düzensiz olmasını istemiyordum, arkadaşlar dediler ki “Aman be bunun da (tuvaletin) saati mi olurmuş?” Fakat ben gittim ve oraları temizledim tam o sırada imam geldi.

İmam her zaman saat dokuzda akşam yemeği yiyordu, bir gün şehid Mufetteh’in konuşmasını ve halkın yürüyüşünü içeren bir video kaseti getirdiler ben de diğer arkadaşlarla beraber bu kaseti seyretmek istiyordum, bu yüzden biraz erken İmam’ın yanına gittim ve dedim ki ‘Hacı ağa akşam yemeğini getirdim, İmam saatine bakarak dedi ki “Akşam yemeğine daha yirmi dakika var’’

İmam her zaman saat onbirde yatıyordu tam saat üç’te uyanıyordu, ben İmam’ın yattığı odanın önünde yatıyordum zira İmam’ın odası bahçeye doğru idi ve ben güvenlik yönünden emin değildim bu yüzden İmam’ın odasının önünde yatıyordum. Her gece saat üçte uyanıyordu ve ben Kuran ve dua kitabının kâğıdının sesinden veya ibadetinin sesinden uyandığını anlıyordum. İmam’ın, saat üçten beş dakika erken veya geç uyandığını hatırlamıyorum. İmam’ın vakit düzeni konusunda görüşü şuydu; eğer insan vaktini programlarsa tabiatı ile o bu programa uyum sağlayacaktır. Ve bu konu sadece benim için değil, İmam’ı tanıyan herkes için bilinen bir şeydi. Fransa polisi dahi bize şöyle söylüyordu: “Hatta biz dahi saatlerimizi İmam’ın hareketleri ile ayarlıyorduk!”

İmam’ın şehit olan oğlu Mustafa’yı defin ve ziyaret ettikten sonra eve geldi. İmam’ın günlük programında kitap okuma saati idi, gelip oturduktan sonra saatine baktı daha sonra kitabını eline alıp okumaya başladı. İmam’ın oğlu Ahmed bu konuyu şöyle anlatmıştı:

“Ben İmam’ın elinde aldığı kitabı nereye kadar okuduğunu biliyordum zira kardeşimin şahadetinden bir gün önce bakmıştım İmam şehid olan oğlu Mustafa’yı defin ve ziyaret edip geldikten sonra her gün okuduğu sayfa sayısı kadar okudu ve sonra programında yer alan başka bir işe başladı. Böyle bir musibet bile İmam’ı günlük programından alıkoymadı ve düzenini bozmadı.

İmam’ın oğlu Mustafa şehid olduğu gün biz İmam’ın cemaat namazı için camiye gitmeyeceğini düşündük, ama ezan okunduğu zaman İmam kalkıp abdest aldı ve dedi ki “ben camiye gidiyorum.” Ben oradakilerden birisine dedim ki, “çabuk git caminin hizmetçisine haber ve seccadeyi sersin”, O arkadaş caminin hizmetçisini bulamayınca etrafta evi olan arkadaşların birinden seccade alıp camiye sermişti. Halk camiye akın etti. Biz, İmam ile beraber camiye gittiğimiz de halk ağlıyordu. İmam halkın arasından geçerken Araplar şaşkın bir şekilde birbirlerine “Humeyni asla ağlamadı” diyorlardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder